31 Ekim 2008 Cuma

İnancın Gücü Nilgün İle Turgut


Mahallemizde Nilgün ve Turgut isminde eroin bağımlısı iki genç vardı.Nilgün önceden eroin

bağımlısı olmuş daha sonra Turgut’u da eroin bağımlısı yapmıştı.Aileleri tarafından evlatlıktan red edilen bu iki genç birlikte bir ev kiralamışlar artık beraber yaşıyorlardı.

Bu iki genç eroin alabilmek için hırsızlık dahil her türlü karanlık ve kirli işleri yapyorlardı. Kiraladıkları evin sahibi onların eroin bağımlısı olduğunu sonradan fark etmiş, onların yüzünden

büyük huzursuzluk yaşamıştı.Eve girdikleri tarihten itibaren ne kira, ne su ,ne de elektirik faturası

ödememişler ev sahiplerine çin işkencesi yaşatmışlardı.Ev sahibi onları mahakeme yoluyla 15 aylık bir süreçten sonra ancak evinden çıkarabilmişti.Bu iki genç artık sokalarda yatıp kalkıyorlar

yaşamlarını sokak aralarında sürdürüyorlardı.

Bu iki genç gasp yapıyor,hırsızlık yapıyor eroine para yetiştirmek için akıllarına gelen her şeyi

yapıyorlardı.Delikanlının babası oğlunu evlatlıktan red etmesine karşılık Annesi oğlunun peşini

bırakmıyordu.Ne de olsa bir Anne idi.Annelik duygusu ile oğlunu ve kızı bu bataklıktan kurtarmak için büyük çaba sarfediyordu.Anne arasıra Muhtarlığımıza uğruyor göz yaşları içerisinde “ oğlumu kurtarmam lazım bana yadım edin Muhtarım “ diyordu.Annesi onun peşinde koşuyor o ise annesine hakaret ediyor,küfrediyor,dövüyordu.

Annesi bir Cuma günü yine Muhtarlığımıza gelmiş,yine gözleri yaşlı,yine hıçkırıklar içerisinde

ağlıyordu.Kadıncağızın saçı başı darma dağın eli yüzü yara bere içindeydi.Bellki oğlundan yine dayak yemişti.Ama buna rağmen yinede oğlunu bırakmıyor onun kurtulması için çırpınıp duruyordu.Çünkü o bir Anne idi .Kadıncağız ağlıyor göz yaşları adeta sel olmuş akıyordu. Ellerini açtı yüce Yaradana yöneldi sonra “ Allahım ne olur dayanamıyorum,duy şu yakarışlarımı artık, şu mübarek Cuma gününde dualarımı kabul et,oğlumu şu bataklıktan kurtar “ diyordu.

Aradan 7-8 ay gibi bir zaman geçmişti.Ne kadın muhtarlığımıza uğruyor ne de iki gençten bir

haber alamaz olmuştuk. Belkide karanlık bir işle uğraşırken polis onları suç üstü yapmış,

belkide her ikiside şimdilerde hapiste olabilirdi. Veya belkide aşırı dozda bir eroin alarak eroin komasına girerek ölmüşte olabilirlerdi.Onalar için her şey beklenilen bir şeydi.

Muharlıkta her zamanki gibi rutin işlerimi yaptığım bir gündü .Muhtarlığımıza tesettürlü genç bir bayan geldi.Bana selam verdi aleykümselam dedim.Sonra bana

- Muhtar bey beni tanıdınızmı dedi .

Şöyle bir baktım sonra

- Hayır sizi tanıyamadım dedim.

Bana

- İyi bakın dedi

Sonra dikkatlice baktım ve şöyle dedim

- Valla birisine benzetiyorum sizi ama kim olduğunuzu hatırlaymadım dedim.

Sonra bana

- Muhtar bey ben Nilgün’üm tanımadınmı dedi.Ben artık hamd olsun o illetten kurtuldum ve asıl adresimi buldum dedi.

Doğrusu hem şaşırdım ,hemde çok sevinmiştim. Şaşkınlığımı uzun bir süre üzerimden atamadım.Eroin bağımlısı bir genç eroini bırakmış , tesettüre girmiş yüzseksen derece değişerek islami bir hayat seçmişti .Bende kendisine

-Allah Mübarek etsin nasıl oldu bu iş dedim.

O da bana

-Bir hanım kardeşimiz beni alarak Fatih çarşambada bir hanım hocanın evine götürdü.Orada bana sahiplendiler.Her türülü ihtiyacım karşılandı.On aydan beri onların yanındayım.Tefsir fıkıh hadis gibi islami dersler alıyorum.Hamd olsun Rabbime şu an öyle mutluyumki sanki yeniden

Doğmuş gibiyim dedi.

Bende ona

- Yeniden doğuşun ,doğum günün kutlu olsun Nilgün Kardeşim dedim .Sonra ona Turgutu sordum.

- Peki Turgut ne oldu ? dedim.

O da bana

- Turgut’ta adıyaman menzile gidip oraya intisap etti.Hamd olsun oda doğru yolu buldu.Kendini

hizmete adamış İstanbula dönmeyi artık düşünmüyormuş dedi.

Nihayetinde Turgut ile Nilgün bu bataklıktan inancın ve azmin gücüyle kurtulmuşlar.Anne’nin o samimi yalvarış ve dualarıyla yaşanan bu trajedi de mutlu sonla noktalanmıştı.

Bu hikaye gerçek olup anlatılanlar tamemen doğrudur.

Hikmet Gündüz

Tıkandı Baba


Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. Tıkandı baba, çay getir, Tıkandı baba, kahve getir, vs.

Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş; “Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?”, “Uzun mesele evlat” demiş Tıkandı baba. “Anlat baba anlat merak ettim” deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;

Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasada olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve “Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık” dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

Tıkandı baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına; “Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş. Sultan Mahmut’un adamları “peki” demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı baba baklavayı almış , bakmış baklava nefis. “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya; “Taze baklava, güzel baklava!” Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın.

Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelirmi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş, Tıkandı baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı baba’dan baklavaları satın almış.

Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut; “Bizim Tıkandı baba’ya bir bakalım”, deyip Tıkandı baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan; “Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş, “Geldi sultanım”, “Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?”, “Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağolasınız, duacınızım…”

Sultan şöyle bir tebessüm etmiş. “Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel” deyip almış ve Devletin hazine odasına götürmüş. “Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek. Sultan demiş; “Baba senin buradan da nasibin yok”. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış “Alın bu adamı üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş.

Padişahın adamları “peki” deyip adamı alıp üsküdar’a götürmüşler. “Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım” demişler. Baba, “Niçin ?” demiş. Askerler “Hele sen bir beğen bakalım” demişler.

Baba, şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline “Ne olacak şimdi?” demiş, “Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demişler. Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

Vermeyince mabud, neylesin sultan mahmut!..

Bunları Bilebilseydik


Bunları bilseydik ormanların yaprağına dokundurmazdık herhalde:
* Ormanlar yazın ısıyı 5-8 C düşürür, kışın 1-5 C yükseltir.
* Bugünlerde bol bol yaktığımız bir hektar Ladin ormanı 32 ton, Kayın ormanı 68 ton,
*Çam ormanı ise 40 ton toz emer.
* 25 m boyun bir Kayın ağacı saatte 1,5 kg oksijen üretir.
*100 yaşındaki bir Kayın ağacı 40 kişinin (kirlettiği) çıkardığı karbondioksiti yok eder.
* 100 yaşındaki bir Kayın ağacı yılda 30 ton su çekerek erezyonu ve seli önler.
* Kan kanserinden ölme riskini 5'te bire düşüren bitkilerin yayılma alanlarının % 90'ı yok edilmiştir. Tabi bizler tarafından.
* Türkiye'de, koruma altındaki ormanlar tüm ormanlarının % 2'sini oluşturmaktadır. Gerisi insan kılığındaki orman katillerinin insafına bırakılmıştır.
* Ormanlardan elde edilen 1 ton kağıt için;
* 30 yaşında 60 ağaç,
* 300 Kwh enerji,
* 60,000 Lt su,
* 400 kg fuel oil tüketilmektedir.
* Türkiye 1980 yılında en çok ormanı olan ülke sıralamasında 33 üncü idi, 1990 yılında 55 inciliğe düştü..!
* Türkiye yani bizler dünyada ormanlarını en hızlı tüketen ülkeler sıralamasında 2 nci durumdayız. Birinci ise İRAN. Herhalde bu derece ile gurur duydunuz.
* Ormanlar azalmakta bundan sonra ne yapacağız, tozu kim emecek, karbondiositi kim yok edip yerine oksijen üretecek, selleri kim önleyecek, kağıdı nereden bulacağız vs vs vs
* İYİ DÜŞÜNÜN, geleceğinizi yani çocuklarınızı ve torunlarınızı düşünün!
ZORUNLU OLMADIKÇA BİGİSAYARINIZDAN YAZILI ÇIKTI ALMAYINIZ

30 Ekim 2008 Perşembe

Ezanı Katledenler



Ezan bizi kurtuluşa ve feraha çağıran ulvi bir çağrı olduğuna göre bu ulvi çağrıyı yapanlar bunun

bilinci ve şuuru içinde olmalı.Örneğin Sevgili peygamberimiz dönemine bakıldığı zaman ezan’ın

daimi olarak Bilal-i Habeş ( r.a ) tarafından okunduğu görülür.Efendimizin vefatına kadar ezan

hep Bilal-i Habeş ( r.a ) tarafından okunmuştur.Efendimiz ezan okuma görevini sesinin güzel olması ve dinleyenlere feyz vermesi bakımından özellikle Bilal-i Habeş ( r.a ) vermiştir.

Ezan okunduğu zaman insanın ruhunun derinliklerine inmeli.Alıp götürmeli insanı kendinden.

Sevgili Peygambermiz Bilal-i Habeş ( r.a ) “ Ya Bilal bir ezan okuki gönlümüzün pası silinsin “

derken bunun öneme işaret etmiştir.

Vakti zamanında bir Allah dostu çok güzel ezan okuyan birisini görünce ona “ ne kadarda güzel bir

Ezan okudun “ diyerek ona iltifat eder.O kişi ona efendimiz birde siz okuyun biz dinleyelim der.

Sonra o Allah dostu bir taşın üstüne çıkarak başlar ezanı okumaya.O Allah dostu o kadar güzel

Bir ezan okumaktadırki ayağının altındaki taş ezanla birlikte buzun eridiği gibi erimeye başlar.

Nihayet ezan biter taşda eriyip biter.Diğer kişi ona dönerek “ efendim asıl en güzel ezanı siz okudunuz, ezan böyle okunur “ der. Taşı bile ağlatacak kadar o hisle okunan güzel bir azan.

Yeni müslüman olmuş yabancılara sorulduğunda ; bir çoğunun islamdaki başka güzelliklerle beraber hulisi kalp ile davudi sesle okunan o güzel ezanlardan etkilendiği görülür.Gezel ve uhrevi manada okunan bir ezan mutlaka ki insanın maneviyatında büyük tesirler halk eder.

Yaşanmış Bir Hikaye

Çok eski yıllarda istanbula gelen bir turist istanbulu gezmek için ücret karşılığında bir ticari

taksiyle anlaşırlar.Şöför gün boyu turiste istanbulu gezdirir.Bir ara bir yerden geçerlerken

bir camiden öylesine güzel bir ezan sesi gelirki turust etkilenerek oracıkta irkilip kalır.Şöföre arabayı kenara çektirir ve oracıkta ezanı bitinceye kadar huşu içinde ezanı dinler. Şöförden ezanla ilgili, ezanın ne anlam ifade ettiği konusunda bilgi alır.Şöför turistin gün boyu ezanın etkisi altında kaldığını görür.Aynı gün yolculuk esnasında yine başka bir camiden berbatmı berbat bir ezan sesi ilişiverir kulaklarına.İki farklı ezanı duyan turist şöföre dönerek şöyle der.

Çirkin şekilde ezan okuyan kişiyi kast ederek derki;

“ Şu ezan okuyan kişiye gerçekten teşekkür ederim.Yoksa ilk duyduğum ezanın bütün gün etkisinde kaldım nerdeyse dinimi değiştirip müslüman olacaktım “ der.

Ecdat her şeyi en güzelini yapmış.Camilerde Bilali Habeş ( r.a ) makamını rastgele kişilere

vermemiştir.Her camiden yükselen davudi ezan sesleri ile “ çıkmış islam bülbülleri öter Allah deyu deyu “ misali müminler aşka vecde getirmiştir.

Peki şimdiki o karga sesini andıran sesleriyle ezan okuyan o müezzinlere ne demeli ?.Bunlar ne şuursuz ne ruhsuz varlıklar öyle .Sende eğer aşk ,vecd yoksa kim sana müezzin ol dediki ..! olmasaydın.Neden Bilalı Habeş gibi birisinin makamını işgal ederek günaha giriyorsun.Sonra imamlarımız neden önüne gelene bilinçli biliçsiz herkese bu müezzin mahvilini veriyorlar.

Ezan var; hiç camiye gelmeyen insanın bile ruhunu alır çeker camilere.Ezan var camiye gelenlere bile gelme dercesine camiden sovutur insanı.Neden islamın estetiğine önem verilmiyor.? Neden herşey şekilde kalmışta ruha yansıyan birşey yok.Çünkü aşkı öldürmüşler.Aşk yok her şey

yok.İslamın özü aşktır siz bunu aldığınız zaman geriye şekilden ibaret ruhsuz bir heykel kalır.

Bakın Bu konuda Bir Sanatcımız Sezen Aksu Ne Diyor

Ezan okumak apayrı bir şey...


Ezan okununca şarkıya ara veren Aksu müezzine çattı



4 Ağustos 2008 06:05



Ünlü şarkıcı konser sırasında ezan okunmaya başlayınca konsere ara verip yetkililere seslendi

SES OLSA BARİ...

Sezen Aksu, İzmir Fuar Açıkhava Tiyatrosu'nda 3 bin 500 kişiye seslendi. Ünlü şarkıcı yakındaki bir camide ezan okunmaya başlayınca konsere ara verip "Bu müezzinde de ses olsa bari" dedi.

CAMİLERE DOĞRU DÜZGÜN MÜEZZİN BULSUNLAR

Sezen Aksu, sözlerine şöyle devam etti: "Bence ezan okumak, o ilahiyi söylemek apayrı bir şey. Devleti yönetenlere sesleniyorum: Camilere doğru dürüst müezzin bulsunlar. Bunları söylemekten çekinmiyorum. Çünkü bu memlekette başımıza ne geldiyse, korkmaktan geldi. Sizi dolduruşa getirmek istemem ama bu müezzinin sesini beğenmedim." (Sabah)

Sezen Aksu Hanım Efendinin görüşlerine aynen katılıyorum.

Selam ve Dua ile

Hikmet Gündüz

En Çok Kazandıran En Popüler Meslekler



Bugüne kadar bildiğiniz meslekleri unutun!



Ülkemizin istihdam ve geleceği konusunda ciddi bir planlama yapılamaması yüzünden yüzbinlerce üniversiteli, mezuniyet sonrası iş bulamıyor. Uzmanlar, adayların tercihlerinde istihdam imkanlarını da gözönüne almalarını öneriyorlar.Gençler, tercihlerini yaparken geleceklerini garanti altına alabilecekleri bölümlere öncelik vermeye özen gösteriyor.

Son dönemlerde üniversiteli işsizlerin artması, gençleri, sevdiği meslek yerine para kazandıran alanlara yöneltiyor. Her şeye rağmen yıldızı sönmeyen tıp, kukuk, mühendislik, psikoloji gibi mesleklerse popülerliğini koruyor. Tercihinizi yaparken; hangi mesleğin sizin için uygun olup olmadığını anlamak için ilgi ve yeteneklerinizi göz önünde bulundurmayı unutmayın...

BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ

Bilgisayar mühendisleri, programların neyi yapabileceği neyi yapamayacağı, programların belirli bir görev üzerinde nasıl etkili bir performans gösterebilecekleri, programların saklanmış bir veriyi nasıl yazıp okuyabilecekleri, programların nasıl daha akıllı çalışabilecekleri, insan ve programların birbirleriyle nasıl bir iletişim içerisinde olacakları konuları üzerinde çalışır.

ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ

İnsan, bilgi, malzeme, ekipman ve süreçlerin kullanılması, geliştirilmesi ve yönetimi ile ilgili mühendislik dalı. Endüstri mühendisleri; zaman, para, malzeme, enerji gibi kaynakların verimli kullanımına ve mühendislik hizmetlerinin kalitesini artırmaya yönelik çalışmalarda bulunur.

ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜH.

Elektrik ve Elektronik Mühendisleri en yaratıcı ve zor işleri başaran modern teknolojilerin öncüleridir. İşleri genellikle haberleşme ağları ve süper bilgisayarlardan sayısal kontrol sistemleri ve modern cihazlara kadar her şeyi tasarlamak, üretmek ve geliştirmektir.

REKLAMCILIK

Reklamcılık, insanları gönüllü olarak belli bir davranışta bulunmaya ikna etme, belirli bir düşünceye yöneltme, dikkatlerini bir ürüne, hizmete, fikir ve kuruluşa çekmeye çalışma sanatıdır. Meslek günümüzün ve geleceğin vazgeçilemeyecek mesleklerin arasında geliyor.

MAKİNA MÜHENDİSLİĞİ

Mühendislik faaliyetlerinin en eskisi ve en geniş mühendislik alanı olan makine mühendisliği, makineler, enerji ve imalat yöntemleri ile ilgilenir. Makine mühendisleri takım tezgahlarının yanı sıra endüstrinin tüm dalları için makinalar ve donanımlar tasarlar ve imal ederler.

ULUSLARARASI FİNANS

Bu sektörde uluslar arası finans piyasalarından kaynak sağlayıp bunu en verimli şekilde yatırıma dönüştürmeye gayret eden, banka, sigorta ve borsa şirketlerinde yönetici olarak çalışabilecek kişilerdir. Türkiye’de faaliyet gösteren uluslarası şirketlerde finansal analist, strateji planlama yöneticisi ve borsa uzmanı olarak çalışabilirler.

YAZILIM MÜHENDİSLİĞİ

Bu alandaki kişiler bankacılık, otomotiv, telekomünikasyon vb. sektörler olmak üzere her alanda kullanılan bilgisayar sistemlerinin, yazılım tasarımını hazırlayıp sisteme entegre ederler. Özel ve kamu sektöründe çalışmaktadırlar. Fikir üretimine dayalı bir iş olduğundan yazılım mühendislerinin kendi işlerini kurma olanakları da mevcuttur. İnternette kişisel bilgilerin çok rahat kullanılması güvenlik programlarını hazırlayanların önemini artırmıştır.

MOLEKÜLER-BİYOLOJİK

Genel çalışma alanı biyolojik olayların molekül yapısı ve hücre işlevlerinin araştırılması. Tarım çevre ve orman bakanlığı’na bağlı kuruluşlarla adli tıp ve kriminoloji labaratuvarı iş imkanı sağlıyor. Özel sektörde sağlık ve biyoteknolojik çalışma yapan kurumların çeşitli üretim aşamalarında moleküler biyoloji ve genetik uzmanları tercih ediliyor.

GELECEĞİN MESLEKLERİ

Teknolojik gelişmeler ve küreselleşme, ilerleyen zamanlarda birçok mesleğin pabucunu çöpe atacağa benziyor. Adına pek aşina olmadığımız Sanal Market İşletmeciliği, Yapay Zeka Pazarlamacılığı gibi birçok meslek gündelik yaşamımızın bir parçası olmaya hazırlanıyor.

İşte yarının meslekleri:

YAPAY ZEKA PAZARLAMACISI

Düşünce sisteminin elektronik cihazlara aktarılması sonucu ortaya çıkacak ürünlerin satılmasıyla oluşacak bir pazar.

NANO YAPI MÜHENDİSLİĞİ

Nano teknoloji ile inşaat, yapı sektörüne kullanılan ürünler maksimum düzeyde geliştirilerek kullanılacak. Geleceğin mimar ve mühendislerine benzer işleri yapanlar sadece yaratıcılıklarını kullanacaklar. Çünkü tüm hesap ve çizimleri, robotik sistemler yapacak.

GEN TERAPİSTLİĞİ

Bozuk genlerin tespiti ve düzeltilmesi ile ilgilenen, hatta gen haritasına göre ileride hastalıklara yol açacak genleri önceden tespit edip, önlem alacak programları geliştirenlere Gen Terapistleri denecek.

ALTERNATİF BESİN MÜHENDİSLİĞİ

Beslenme için gerekli maddelerin konsantre ve karma tabletlere, sıvılara dönüştürülmesiyle uğraşacak.

MESLEĞiNiZi ÜNiVERSiTE BELiRLEMESiN

Rehber Öğretmen Fatma Köknar, üniversite adaylarının tercihlerinde dikkatli olmalarını söyledi.

FİNAL Dergisi Dershanesi Rehberlik Birimi'nden Fatoş Kökmen, tercih aşamasında öğrencilerin yaşadığı en büyük sorunun, adayların amaç belirlememiş olmaları ve meslekler hakkındaki bilgilerinin yüzeysel olması olduğuna dikkat çekti. Kökmen, son yıllarda tercihlerde gözlenen yanlışlıkları şöyle aktardı:

"Adayların bir kısmı meslek seçiminden çok mezun olacakları üniversite üzerinde duruyor. Dolayısıyla kendilerine uygun olup olmadığına dikkat etmeksizin yanlış meslekler seçmelerine neden oluyor. Ayrıca yine birçoğu tercihlerini çevrelerinin telkinlerine göre karar veriyor. Sonuçta yanlış tercih yapanlar, sonrasında hayal kırıklığı ve zaman kaybına uğruyor."



Hazırlayan: Osman ASİLTÜRK-Neslihan KURAN
/Bugün

KRIZOL BANYOSU......VE NGİLİZLER



BUNU BİLİYORMUYDUNUZ ?

BU UNUTULUR MU ? (Ama malesef unuttuk...)

Birinci Dunya Savasi'nda Ingilizlere, 150 bin askerimiz esir dustu.

Bu askerlerden bir kismi da Misir'in Iskenderiye sehri yakinlarinda bulunan Seydibesir Usare Kampi'na hapsedildi. Kampın tam adı Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampi' idi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir dusen 16. Tumen'in 48.Alayi'na bağli Osmanli askerleri tutuluyordu.Askerlerimiz 12 Hazıran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her turlu iskence, eziyet,ağir hakaret ve asagilamaya maruz kaldilar.Bu insanlik disi muamelenin nedeni ise Ermeniler idi...

Kamptaki, Turkce bilen Ermeni tercumanların yalan, yanlis çevirileri ve kıskırtmalari nedeniyle, kamplarin Ingiliz komutanlari, azılı Türk duşmanı kesilmislerdi. Savas bitmisti. Ancak, kamptaki agır kosullar nedeniyle olenler disindaki askerleri teslim etmek,İngilizler'in isine gelmiyordu. Cünkü, olasi yeni bir savasta, bu askerlerin yeniden karsılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafindan, Ingilizlerin beyinlerine islenmisti. Çözum toplu katiıamdi...

Askerlerimiz, mikrop kirma bahanesiyle,süngu zoruyla dezenfekte havuzla rına sokuldu. Ancak suya normalin cok uzerinde Krizol maddesi katılmıstı. Mehmetcik, daha ayagını suya sokar sokmaz asırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı.Ancak Ingiliz askerleri dipcik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan cikmalarina izın vermıyorlardı. Mehmetcikler, bele kadar gelen suya baslarını sokmak istemedi.Ancak bu kez Ingilizler havaya ates etmeye basladi. Askerlerimiz, olmemek icın çomelerek baslarini suya soktular.

Ancak basını sudan kaldıranların artık hiç biri göremiyordu.

Cünkü gozleri yanmıştı...Dışarı cıkanların halıni goren sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kor oldu. Bu vahset, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM'de görüsüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladinin gozlerinin kör edildigini,bunun faili olan Ingiliz tabip, garnizon komutani ve askerlerinin cezalandırılmasi için TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler. Tabiiki yeni kurulan devletin bin turlu sorunu vardi. Bu hesap sorma iside unutuldu gitti.

Ama onlar unutmuyorlar...

Kendi ihanetlerini bile soykirim ambalajina sarip, dunya

Kamuoyuna sunuyorlar.

ERMENILER SOYKIRIM YAPILDI DIYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR BIZIM TARIHIMIZDEN HABERIMIZ YOK.

Bir Bardak Çay Deyip Geçmeyin



Bir bardak çay deyip geçmeyin aslında birçok gerçegi gösterir hayatımızdan bir kesittir.isterseniz başlayalım


Çayın Alt Demliği


"KAYNANADIR"

Sürekli Kaynar Durur. Hatta: Dikkat edilmezse TAŞABİLİR

Üst demlik


" GELİNDİR"


Alt demlik kaynadıkça onunda Hareketi artar.
Ama Zamanla da Olgunlaşır ve Demlenir.......

" DAMAT “ ise

BARDAKTIR

Her iki Çaydanlıktanda da Yeterince Nasibini Alır.
Biraz Kaynana Doldurur onu; Birazda Gelin...

Denge Unsurudur.
Açık yada Demli çayın Hoşa gitmemesi
Bundandır.....


"ÇOCUKLAR"

ÇAYIN ŞEKERİDİR.

Tat verir.

Çok Şeker Çayın Lezzetini Bozar.

Şekersiz Çaya alışanlara ise
Bir tanesi bile... Fazla Gelir.....

"GÖRÜMCE" ise

“ ÇAY KAŞIĞI “ dır.

Arada Bir gelir; Karıştırıp Gider....

"KAYINPEDERE GELİNCE" oda


" ÇAY TABAĞI "dır.


Çayın Demine, Suyuna Karışmaz;
Bir Kenarda Lök Gibi Oturur.
Sadece Dökülenleri Toplar
ve çevreye zarar vermesini engeller.
Ancak; Ara sıra boşaltılması gerekir,
Yoksa Taşıp Herşeyi Berbat edebilir.

"ÇAY SÜZGECİ"


Ailenin Sahip olduğu Değerlerdir.
Aileyi Dış Müdahalelerden Korur.
Delikler Büyük olursa ! Çayın Tadı Kaçar.

Suyu Isıtan "ATEŞ" ise


HOŞGÖRÜDÜR.

O Olmadan Çayda Olmaz.

KISACASI


Bir Bardak Çay "AİLEDİR"
ve Ağız Tadıyla içilen
Bir Bardak çayın
Üstüne Yoktur..

ALINTIDIR

O Bir Karga



80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sahbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümserek biraz baktıktan sonra oğluna sordu: 'Bu ne oğlum?'

Oğlu şaşkın, cevapladı: 'o bir karga baba.'

Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu: 'Bu ne oğlum?'

Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: 'Baba, o bir karga'

Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: 'Bu ne?'

Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: 'O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?'

Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti: 'Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?'

Babası yüzünde hâlâ bir gülümseme ile yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.

'Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.'


'Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara 'öf' bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.' (İsra, 23)

ALINTI

29 Ekim 2008 Çarşamba

Bizler Kardeşiz




ÜLKEMİZ ÜZERİNDEKİ OYNANAN OYUNLAR


TETİĞİN ARKASINDAKİ ELLER

Büyük ortadoğu projesinin senaryasonu yazan senaristler yeni yeni oyunlar planlayarak bu oyunlarını aşama aşama bir bir sahneye koymaktadırlar.Bu güçler Nilden Fırata uzanan BÜYÜK İSRAİL DEVLETİNİ KURMAK İÇİN OLANCA VAR GÜÇLERİYLE ÇALIŞMAKTADIRLAR.

OYUNUN BİR AYAĞINDAKİ ÜLKE TÜRKİYE

Bulunduğumuz konum itibarı ile yer aldığımız bu coğrafyada ülkemiz iranla birlikte israilin bu büyük emellerinin gerçekleşmesine mani olabilecek, iki güçlü ülkeden birisidir.Dolayısı ile bu güçlerin bir şekilde bertaraf edilmesi veya zayıf düşürülmesi lazımki israil hedeflerine ulaşabilsin.

BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN DÜNÜ ANLAMAK GEREK

Geçmişte Osmanlıyı dünya sahnesinden silmek isteyen o günün Avrupa devletleri büyük ordular toplayarak ilk önce 1 HAÇLI SEFERLERİ sonra 2 HAÇLI SEFERLERİ sonra 3 HAÇLI SEFERLERİ adı altında büyük ordularlarla osmanlıya saldırdılar.Ancak her defasında
Büyük mağlubiyet alarak amaçlarına erişemediler.

KOCA OSMANLI İMPARATORLUĞU NASIL YIKILDI

Söğütte 40 oba çadırla bu devletin temelini atanların temel desturu kurandı.Be temel destur islamın En kıymetli hazineleri olan adalet, hoşgörü ve islam kardeşliği üzerine dayalı idi.Osmanlı bu desturla bütün dünyadaki müslümanlarını kendine bağladı.Osmanlı 99 luk bir tesbih misali farklı farklı ırklardan olan bütün müslümanları bir ara topladı.Her birisi farklı bir ırk olan Arabı, iranlısı, mısırlısı, yemenlisi, ıraklısı ,kürdü v.s her birisi bu tesbihi oluşturan ipteki bir tesbih tanesi gibiydi.Osmanlı ise bu tesbihin imamesi konumunda idi.

Ümmet olma bilinci osmanlının vazgeçilmezlerinin başında geliyordu.Herkes bir birine islam kardeşliği bağı ile sıkı sıkıya bağlıydı.Bu toplulukta herkes farklı ,farklı ırklara mensup olsalarda herkesin önceliği kalbi kalbe bağlayan en güzel bağ olan islam kardeşliğiydi.Çünki bu inançta dünyanın neresinde olursa olsun dağudan batıya rengi, ırkı,dili ne olursa olsun bu inanç bütün müslümanları kardeş sayıyordu. Bu birliktelik bu inanç zayıflatılabilirse osmanlı ancak o zaman yıkılabilirdi


Osmanlı bir islam devleti idi asla ırka dayalı bir Türk devleti değildi.Irka dayalı bir devlet anlayışı ile bu kadar büyük bir coğrafyada,üç kıtada bu kadar farklı ırklardan milleti himayesinde tutmasıda mümkün değildi.

Batı bu hassas noktayı nihayet keşfetti ve nihayetinde bu birliktelik Üstün ırk hastalığını insanlık alemine bulaştıran israil oğullarından kalma kavmiyetcilik hastalığının batı tarafından osmanlıya sokulması ile bu birliktelik zayıfladı sonrada koca bir imparatorluk çökertildi.İslam kardeşliği yerine kavmiyetciliği esas alan ırka dayalı bir kardeşlik ihdas edilince herkesin önceliği islam değil ırkı,soyu sopu ve meşrebi oldu.Böylelikle üç kıtadaki topraklar bir bir elimizden çıkarken geriye elimize sadece bir anadalu sadce bir Türkiye kaldı



ŞİMDİ AYNI OYUNLAR YİNE SAHNEDE

Ülkemizde belirli zaman periyodları ile islami hasasiyetler medyayı ele geçiren güçler eliyle iyce
Yozlaştırıldı.Din magazin proğramlarında eğlence konusu olma konumuna düşürüldü.Dinle alakasıOlmayan şahıslar ( soytarılar )din bilgini gibi ekran ekran dolaştırılıp bizlere sunulurken, gerçek din bilginlerine irtica yaftası vurularak halkın gözünden düşürüldü.



50 yaşa dayanan ömrümde geriye dönüp baktığımda yabancı filimlerde seyrettiğimiz RAHİPLER bizlere en iyi insan ekolü olarak sunulurkenYeşilçam filimlerindeki imam rölündeki figürler ise kumarbaz,düzenbaz,ırz düşmanı,içki ve alemci olarak sunuldu.Bütün bunlar bilinçi olarak yapılarak gerçek değerler halkın gözünde değersiz kılındı.İç dinamiğimiz ve kürt kardeşlerimizle aramızda mıknatıs görevi yapıp bizi bir birimize bağlayan islam kardeşliği ve bağı böylelikle zayıflatılarak aramıza ayrılık tohumları ekildi.Irkçılık tohumları yeşertilerek ayrıştırma işlemlerine başlandı.


Bu oyunun neticesinde iç savaş çıkartılacak,ülke zayıf düşürülecek böylelikle büyük ortadoğu projesinin önündeki en büyük engellerden biri olan Türkiye saf dışı bırakılarak israilin hedeflerine adım adım yaklaşılmış olacaktır.Irakta peşmerge kıyafeti giyen amerikan ve israil ajanlarının sünni ve şiilerin camilerini bombalıyarak nasıl bir ayrıştırmaya gidip,sonu gelmeyen bir meshep çatışması oluşturduysalar şimdi aynı güçlerin PKK ile birlikte hareket ettikleri gün gibi aşikardır.Bu güçler P.K.K maşa olarak kullanmaktalar ve P.K.K vasıtası ile yeni provakas yonlar icad ederek Türkiyede bir kürt türk çatışması meydana getirmek istemektedirler.İç ve dış düşmanlara karşı bizim kürt kardeşlerimizle aramızdaki en büyük bağ din kardeşliği bağıdır.Bu bağımızı kopardıkları takdirde Allah korusun işimiz bitmiştir.Şimdi bu bağı dahada güçlendirmenin zamanı.



NE MUTLU İSLAM KARDEŞLĞİ ŞUURU İÇERİSİNDE OLANLARA





Daha fazla duyarlılık........daha fazla duyarlılık.....Aman ha...! Oyuna gelmeyelim

PAROLAMIZ SEVGİ YOLUMUZ KARDEŞLİKTİR

Selam ve Dua ile

Hikmet Gündüz

Hz. Aişe validemizin evlilik yaşı




"Bu konuya değinmemizin amacı ne Hz. Aişe’nin yaşını bahane ederek Efendimiz’e saldıran bahtsızlara, ne de kendi sınır tanımaz şehvetlerine buradan bir kılıf bulmaya çalışanlara cevap vermektir."



Hz. Aişe validemizin evlilik yaşı

Bu konuya değinmemizin amacı ne Hz. Aişe'nin yaşını bahane ederek Efendimiz'e saldıran bahtsızlara, ne de kendi sınır tanımaz şehvetlerine buradan bir kılıf bulmaya çalışanlara cevap vermektir. Tek amacımız bu konuda kaynaklarımız arasında var olan gerçekleri tespit edip, bunu sizlerle paylaşmaktır.

Bir ilim ve irfan abidesi olan Hz. Aişe validemiz söz konusu olduğunda, genel kanı onun Efendimiz' le 6–7 yaşlarında nişanlandığı ve 9–10 yaşlarında ise evlendiği yönündedir. Bu kadar küçük yaşta evlenmesine yapılan itirazlara ise savunmacı bir üslup ile bölgeye has iklim şartlarının kız çocuk larının erken yaşta buluğa ermesi olarak gösterilir. Gerçekte böyle midir? Sahi, Hz. Aişe validemiz, Hücre-i Saadet'e gelin olarak geldiğinde 9–10 yaşlarında mıydı?

Savunmaya ve gizlemeye ihtiyaç duymadan kaynaklarımıza müracaat ettiğimizde, Aişe validemizin gerçek yaşını bulmamız açısından elimizin altında onlarca delil olduğunu görürüz. Gelin, yerimiz nispetinde bunlardan hiç değilse bir kaçına değinmeye çalışalım.

1- Hz. Aişe validemiz Efendimiz ile nişanlanmadan önce, Allah Resulü'nü Taif dönüşü himayesine alan Mekke'nin sayılı tüccarlarından biri olan Mut'im ibn Adiyy'in oğlu Cübeyr ibn Mut'im ile nişanlıydı. Eğer Hz. Aişe'nin 9 yaşında Efendimiz ile evlendiğini kabul edersek, 6-7 yaşında Efendimiz ile nişanlanmış olduğunu ve bu olaydan birkaç sene önce de Cübeyr ile nişanı bozduğunu söylemiş oluruz. Böyle bir iddia ise Hz. Aişe'nin Cübeyr ile nişanlandığında 5–6 yaşlarında olduğunu kabul etmek anlamına gelir ki, bununda açıklanacak hiçbir tarafı olmaz. Ama biz biliyoruz ki, İslâm'ı davetin yankıları Mekke'de yayılmaya başladığında Mut'im: “Ben Muhammed'e inanan bir adamın kızını evime gelin olarak almam” diyerek nişanı geri atmış ve bu olaydan birkaç sene sonra da Efendimiz, Hz. Aişe ile nişanlanmıştır.

2- Diri diri kız çocuklarını toprağa gömen cahiliye Arapları genel itibari ile kız çocuklarının yaşlarını tutmazlardı. Toplumun tüm kınamasına rağmen kızlarını gömmeyip onları büyütenler, çocukları buluğa erdiklerinde Daru'n-Nedve'de bir tören düzenler ve kızlarının artık büyüdüğünü halka ilan ederlerdi. Eğer bu uygulamayı esas alırsak, Hz. Aişe'nin 9 yaşında evlendiği iddiasını, “9 yıldır ay hali görüyordu” şeklinde anlamak gerekecektir. 9 yıldır ay hali görmesi ve bir 9 yılda çocukluk dönemini dikkate alınca, Hz. Aişe validemiz evlendiğinde 18 yaşlarında bir genç kız olduğu anlaşılacaktır.

3- Hz. Aişe validemiz yıllar sonra Mekke'nin ilk dönemlerinde inen bir sûre olan, Kıyamet Sûresi'nin iniş zamanı sorulduğu zaman: “Ben Mekke'de sokaklarda oynayan bir çocuk iken Kıyamet Sûresi'nden şu ayetler nazil oldu” diye cevap vermesi, onun yaşını tespit etmemiz açısından önemli bir işarettir. Bu sûrenin Nübüvvetin 3. ya da 4. yılında nazil olduğunu hatırlarsak, Aişe validemizin de oyun oynayacak ve dile getirilen sûreyi aklında tutacak bir yaşta olması gerektiğini de dikkate alırsak; o günlerde en az 6–7 yaşlarında olması icap edecektir. Hz. Aişe'nin Efendimiz ile evliliğinin Nübüvvetin 13. yılında gerçekleştiğini hatırlarsak, demek ki; bu evlilik Kıyamet Sûresinin nazil olmasından yaklaşık 10 yıl sonra olduğunu kabul etmek zorunda kalacağız. Böyle olunca da Aişe validemizin evlendiği zaman yaşının en az 17 ya da 18 olduğu anlaşılacaktır.

4- Birçok tarihi kaynak Aişe validemiz ile ablası Esma arasındaki yaş farkının 10 olduğunu söylerler. Hicretin 73. yılında 100 yaşında vefat etmiş olan büyük İslâm kadını Hz. Esma hicret sırasında 27-28 yaşlarında idi. Eğer o bu yaşlarda idiyse ve Aişe validemizden de 10 yaş büyük idiyse, demek ki Hz. Aişe'de hicret sırasında 18 yaşlarında idi.

5- Bugün hadis kitaplarımızda yer alan ve Hz. Aişe validemizin Mekke yıllarıyla ilgili olarak anlattığı bazı rivayetler, onun yaşını tespit edebilmemize yardımcı olacak niteliktedir. Bunlardan birkaçına değinirsek, mesela; Risâletten kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir ölçü olarak kabul gören Fil hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke'de dilenirken gördüğünü söylemesi; Mekke'nin en sıkıntılı günlerinde Allah Resûlü'nün sabah-akşam kendi evlerine geldiğini ve bu sıkıntılara dayanamayan babası Hz. Ebû Bekir'in de Nübüvvetin 5. veya 6. yılında Habeşistan'a hicret teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla birlikte anlatması; ilk defa namazın ikişer rekat farz kılındığını, mukim olanlar için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi gibi rivayetler onun yaşı konusunda bize ipuçları verecek niteliktedir.

6- Hz. Aişe validemizin doğum tarihindeki ihtilafların bir benzeri vefat tarihinde de görülmektedir. Ama biz bazı detayları ve rivayetler arasındaki ilişkileri dikkate alırsak, onun Hicri 58. yılda, 74 yaşlarında vefat ettiğini kabul edebiliriz. Eğer o 74 yaşında vefat etti ise, Efendimiz'den sonra 48 yıl dul olarak yaşadı ise, Allah Resulü ile evliliği de 9 yıl sürdü ise; demek ki, Aişe validemiz, Efendimiz Daru'l-Beka'ya hicret ettiğinde 26, evlendiğinde ise 17–18 yaşlarında idi.
İşte burada ancak birkaçına yer verebildiğimiz delilerden anlaşılacağı gibi, bilinenin aksine Hz. Aişe validemizin evlilik yaşı 9 veya 10 değil, 18'dir.



M.Emin. YILDIRIM / Vakit 7 Haziran 2008 21:34

Ya Bunu Müslümanlar Yapsaydı


25 09 2008 08:30
Atatürk Havalimanı'nda kendilerine has kıyafetlerle yaklaşık 60 Yahudi, yüksek sesle ayin yaptı. laiklik adına sevindirici. Ama ya onlar Müslüman olsaydı!


Tel Aviv'e gitmek için Dış hatlar Terminali 205 numaralı salonda uçak bekleyen aralarında çocukların da olduğu Yahudiler, boynuz çalarak ayine başladı. Garip sesle irkilen çevredeki diğer yolcular Yahudilerin toplu halde ayakta sallanıp, koro halinde ilahiler söylemesini şaşırarak izledi.
Bazılarının sol kolları ve başlarına şeritler bağladıkları gözlendi. Yaklaşık 30 dakika süren ritüel sırasında, söz konusu yere hiçbir bir resmi görevlinin gelmemesi dikkat çekti.
Boynuzun çalınmasıyla sona eren ayin sırasında İsraillilerin birbirlerine şakalar yapması dikkat çekti.
Her insanın kendi dininde ibadet hakkı en temel insanî hak. Bu dindar museviler kendi dinlerinin gereği olarak düşündüğümüz ayinlerini dünyanın her yerinde burada olduğu gibi özgürce yapabiliyorlar. Bu arada mescitsiz bir ortamda seccade serip namaz kılan insanların Türk basınında manşet manşet aşağılanmalarını bir kısım cahillerce şovla itham edilmelerini de hatırlamadan edenmiyoruz.

(Zaman)

Erdoğan: Bu nasıl Müslümanlık?




Ünlü sanatçı Özdemir Erdoğan, kimileri "Japon bebeği gibi boyanmış, tırnaklar rakı kadehi tepesinde, sonra Allahüekber! Böyle bir şey olmaz. 'Müslümanım' deme" dedi.


Turgay Güler'in sunduğu Sıradışı programına konuk olan ünlü sanatçı Özdemir Erdoğan, başörtüsü ile ilgili konu gündeme geldiğinde, "Örtünmek yasak, soyunmak serbest. Bu nasıl iş?" dedi.

Türkiye'de caz müziğinin öncülerinden olan ve Sivrisinek Caz Orkestrası ile hayli ses getiren ünlü sanatçı Türk Sanat ve Halk Müziği yorumlarıyla da bir dönem gönüllere taht kurmuştu. Kendi müzik şirketini kuran ve müzik çalış ma larını mutevazi şekilde sürdüren sanatçı yaklaşık on yıldır muhafazakar bir yaşam sürüyordu.

Programda İslamiyet'te örtünmenin tahrik unsuruyla ilgil olduğunu savunan Özdemir Erdoğan, "Güzelliğinizle kimseyi tahrik etmeyeceksiniz. Kapanma bu yüzden. Eski Yunan’da bile insanlar jimnastik yaparken kadın erkek ayrılırdı." dedi. İslam’ın 5 şartı olduğunu ve şart demenin olmazsa olmaz anlamına geldriğini belirten sanatçı, "Bunun iki buçuğunu yapıp, iki buçuğunu yapmazsanız olmaz" diyerek ben Müslümanım diyenlerin transparan giyinmesine tepki gösterdi:
" Transparan giyiyor, göbeği açıkta, sonra ben müslümanım. Ben buna kızıyorum. Böyle Müslüman olmaz. Kendine Müslüman deme. Bunu dersen inanç sahibi kişileri rahatsız ediyorsun, hem de istismar ediyorsun. Buna karşıyım. Yoksa o insan nasıl yaşarsa yaşasın. Bu insanlar nasıl giyinir lerse giyinsinler, istedikleri yerlerini açsınlar. Saygı duyarım. Buna karışmam. Ama “müslümanım” diyorlar ben buna karşıyım. Öte yandan örtünmek yasak. Ama soyunmak serbest. Bu nasıl iş?"

Sanatçı'nın tepkisi bu sözlerlerle de sınırlı değildi. Özdemir Erdoğan, "Japon bebeği gibi boyanmış, tırnaklar rakı kadehi tepesinde, sonra Allahüekber. Böyle bir şey olmaz. Bu Müslümanlığa sığmaz. Çünkü Müslümanlığın şartlarına uymuyor bu hal. Allah’ın sana verdiği vücut üzerine estetik yaptırıp, popüler olmaya çalışıyorlar. Daha çok para kazanmaya çalışıyorlar. Bu Müslümanlıkla bağdaşmaz" dedi. "Kapitalizm için Müslümanlık, komünizmden daha tehlikelidir" görüşünü savunan Özdemir Erdoğan, "Herkes tasarruf ederse, israf önlenirse kapitalizmin işine gelmez. Başörtüsü yasağına da bu yüzden karşı çıkıyorlar. Makyaj malzemeleri, süslenmek şu bu. Dindar kişi bu tür harcamalardan uzak durur. Bu da kapitalizmi rahatsız eder." şeklinde siyasi görüşlerini dile getirdi... (Haber 7)

28 Ekim 2008 Salı

OSMANLIDA EZAN


Osmanlıda Ezan Nasıl Okunurdu

VAKİTLERE GÖRE EZAN

Vakitlere göre ezan okuma geleneğinin oluşmasında insanların o vakitteki ruh halleri ve seçilecek makamın seyri göz önünde bulundurulurdu. Söz gelimi sabah namazı vakti sabâ makamında ezan okunurdu; çünkü saba makamının özelliği seyrinin yukarıya doğru çıkıyor olmasıydı. Bu da sabah vakti uykularından kalkan insanların yavaş yavaş hareketlenmeleri ile ilgiliydi. Yine Farâbî'nin verdiği bilgilere göre sabâ makamı insana güç ve cesaret verir. Bu makamda okunan sabah ezanıyla da insanların yeni güne güçlü ve zinde bir halde başlamaları amaçlanırdı.

Bilindiği gibi akşam namazının vakti diğerlerine göre pek kısıtlıdır ve Hz. Peygamber de akşam namazı için biraz acele ederdi. Bu vakitte genellikle tercih edilen segâh makamı ise göre biraz daha çabuk bir seyre sahiptir. Segâh makamının bir diğer özelliği ise kişiye mistik duygular vermesiydi. Akşam karanlığı çöktüğünde insanın yapacağı iç yolculuk da düşünülerek segâh makamının seyriyle ezan okunuyor olsa gerek.

Yatsı ezanı içinse uşşak ve beyâti makamları tercih edilirdi. Çünkü bu makamlar dinleyene zindelik verirdi. Günün son saatlerinde insanların yorgunluğunu aldığı düşünülürdü.

Osmanlıya has güzel bir ezan uygulaması da perşembe günleri ikindi ezanının nihâvend makamında okunmasıdır. Nihâvend, diğerlerine göre biraz daha neşeli ve canlı bir makamdır. Perşembe günleri ikindi ezanında nihavendin tercih edilmesi müminlerin bayramı olarak kabul edilen cumaya erişecek olmanın müjdesini vermek içindir.




Ezanın icrasına bilhassa önem verilen dönemlerde onun tekdüze tekrarlanan bir çağrı olmaması ve ruhunun zenginleştirilmesi amacıyla her vaktin ezanı ayrı bir makamda okunurdu. Bu uygulamaya örnek olarak Osmanlı tecrübesini mercek altına alırsak karşımıza şöyle bir ezan cetveli ortaya çıkmaktadır:

Sabah Ezanı: Saba Makamı

Öğle Ezanı: Rast Makamı

İkindi Ezanı: Hicaz Makamı

Akşam Ezanı: Evc ve Segâh Makamları

Yatsı Ezanı: Uşşak ve Beyâti Makamları



ALINTI

http://www.sonpeygamber.info/tr/

EZANDAKİ MESAJ



EZAN NEDİR ? NE SÖYLER

Sözlükte "bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilan etmek" manasında bir mastar olan ezan kelimesi terim olarak farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı ifade eder.

Namaz Mekke döneminde farz kılındığı halde Hz. Peygamber'in Medine'ye gidişine kadar namaz vakitlerini bildirmek için bir yol düşünülmemişti. Medine döneminde ise Müslümanlar başlangıçta zaman zaman bir araya toplanıp namaz vakitlerini gözetirlerdi. Bir süre namaz vakitlerinde sokaklarda "es-salah es-salah" (namaza namaza) diye çağrıda bulunulduysa da bu yeterli olmuyordu.

Namaz vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir işarete ihtiyaç duyulduğu aşikardı. Bunun için nâkûs (Hıristiyanlarca şimdiki çan yerine kullanılan, üzerine bir çomakla vurularak ses çıkarılan tahta parçası) çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklinde çeşitli tekliflerde bulunulduysa da nâkûs Hıristiyanların, boru Yahudilerin, ateş Mecusi1erin âdeti olduğu için Rasûlullah tarafından kabul görmedi. Ancak bu sırada ashabdan Abdullah b. Zeyd b. Sa'lebe'ye rüyada ezan öğretilmiş, Abdullah da ertesi gün Hz. Peygamber'e gelerek durumu haber vermişti. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Bilal'e ezan cümlelerini ezanda ikişer, ikamette ise birer defa okumasını emretti. Bu arada Hz. Ömer Rasûlullah'a gelip aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü, ancak Abdullah b. Zeyd'in daha erken davrandığını bildirmiştir.

Bilal, Neccaroğullarından bir kadına ait yüksek bir evin üstüne çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu. Böylece ezan hicri 1. (622) veya bir rivayete göre 2. (623) yılda meşru kılınmış oldu. Daha sonra Mescid-i Nebevi'nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı.

Ezan sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte Kur'ân-ı Kerim'deki, "Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır."; "Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın"9 mealindeki âyetlerle de teyit edilmiştir.

Ezan şu sözlerden oluşur:

"Allahu ekber" (Allah en büyüktür [dört defa]);

"Eşhedu en lâ ilahe illallah" (Allah'tan baksa ilah olmadığına şehadet ederim [iki defa]);

"Eşhedu enne Muhammeder Rasûlullah" (Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim [iki defa]);

"Hayye ale's-salah" (haydi namaza [iki defa]):

"Hayye ale'l-felah" (haydi kurtulusa [iki defa]);

"Allahu ekber" (Allah en büyüktür [iki defa]):

"Lâ ilahe illallah" (Allah'tan baksa tanrı yoktur).

Sabah ezanında, "Hayye ale'l-felah"tan sonra iki defa, "es-Salatu hayrum mine'n nevm" (namaz uykudan hayırlıdır) sözü tekrarlanır ki buna "tesvib" denilir.

Mana ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslam için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslam'ın üç temel ilkesini oluşturan Allah'ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed (sav)'in O'nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felah) ahiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur.

Yer küresinin güneş karsısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bulundurulduğu takdirde Müslümanlarla meskun olan her noktada günde beş defa okunan ezanın kesintisiz devam ettiği, bu ilahî mesajın günün her anında yeryüzün den yükseldiği anlaşılır. Hz. Peygamber'den nakledilen birçok hadis ezanın mana ve önemini dile getirmekte ve ezan okumanın faziletlerini belirtmektedir.

Ezan farz olan namazlar için okunur. Camide okunan ezan duyuluyorsa evlerde kılınacak namaz için ayrıca ezan okunmaz. Ezanın duyulmadığı uzak bir mesafede veya yerleşim merkezleri dışında bulunanlar da ezan okurlar. Cenaze namazı ile vitir, bayram, teravih, yağmur duası namazı ve farz-ı ayın olmayan diğer namazlar için ezan okunmaz.

Farz namazları dışında Hz. Peygamber zamanında ezan okunmamıştır.Yeni doğan bebeğin sağ kulağına hafif sesle ezan, sol kulağına da ikamet okumak mendubdur.

Müezzinin sesinin gür ve güzel olması, ezanı ayakta ve yüksekçe bir yere çıkıp dinleyenlerin tekrarına imkan verecek şekilde yavaş okuması, sesin daha güçlü çıkmasına yardımcı olacağı için şehadet parmaklarının uçlarını kulaklarına götürmesi veya ellerini kulaklarının üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, "Hayye ale's-salah" derken yüzünü sağa, "Hayye ale'l-felah" derken de sola çevirmesi, dini hassasiyet sahibi ve abdestli olması müstehabdır.

Ezanı işiten bir Müslüman, müezzinin sözlerini ondan sonra tekrar eder. Ancak, "Hayye ale's-salah" ve "Hayye ale'l-felah"ta bunların yerine "La havle vela kuvvete illa billah" (bütün değişimler, bütün güç ve hareket Allah'ın iradesiyle mümkündür) cümlesini tekrar eder. Sabah ezanında ilave edilen, "es-Salatü hayrum mine'n- nevm" cümlesine de, "Sadakte ve berirte" (doğru ve haklı söyledin) diye karşılık verilir.

Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber'in öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur:

"Allahümme rabbe hazihi'd-da'veti't-tamme ve's-salati'l-kaime ati Muhammeden

el-vesilete ve'l-fazilete ve'b'ashü makamen mahmüdeni'llezi vaadteh"

"Ey bu mükemmel davetin ve daimi çağrının (veya kılınacak namazın) rabbi olan Allahım!

Muhammed'e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et. O'nu faziletlerle donat, Onu Kur'an-ı Keriminde vaad ettiğin övgü makamına yücelt". (Buharî, "Ezan", 81)



ALINTI

http://www.sonpeygamber.info/tr/


23 Ekim 2008 Perşembe

NE ÇIKAR





Bu dünya üçbeş günlük ömrün var
Ne olacak bu konaklar,bu hanlar
Sel yatağına ev kurmuşsun
Kasırganın ortasına mum yakmışsın ne çıkar



Ömer Hayyam

22 Ekim 2008 Çarşamba

Ömür Dediğimiz Ne ki Bir Hece Taşı





Zaman su gibi akıyor.Yıllar ay, aylar gün gibi gelip geçiyor.Son noktaya, son ana doğru hiç durmadan,hiş şaşmadan hızla ilerliyoruz.Birde bakmışızki ömrünüzün sonuna gelmişiz ve mezardaki bir hece taşından ibaretiz.Şu tarihte doğdu,şu tarihte öldü.Ne garip değilmi ? İşte bizim hayat dediğimiz bu, İşte bizim hayat dediğimiz bu kadar kısa. Ve bütün hayat hikayemiz iki satırdan ibaret şu tarihte doğdu,şu tarihte öldü.


O zaman şu üç beş günlük dünyada,bizim asıl amacımız kalpleri kazamak ve herkesin kalbinde kalıcı bir iz bırakabilmek için çaba göstermek olmalı.Her kes tarafından sevilmenin yegane yolu ise en az kendimiz kadar başkalarınıda sevmekten geçer.


Sevgi ve hoş görünün açamayacağı hiç bir kalp ve hiç bir gönül yoktur.Mutlu olmak

İçin mutlu etmek gerekir.İşte şu kısa ömrümüzde hayatımıza renk ve estetik katacak olan güzellikler bunlardır. O bir türlü bu dünyadan bir gölge gibi geçip gitikten sonra

Ha yaşamıssın ,Ha yaşamamızsın ne farkeder ki...?

Sevgi kardeşilik ve hoşgörü kültürünü benimsemiş bir topluluk olabilmemiz için; Tarihimizde ve kültürümüzde var olan değerlerimizi ve her şeyden önce İslamın evrensel mesajını iyi öğrenmemiz gerekmektedir.



* islam bütün karanlıkları aydınlatan bir güneştir.

* İslam sevgidir,hoşgörüdür,kardeşliktir.

* İslam insanları huzura ve mutluluğa çağıran bir kutlu davettir.

* Her gün minarelerden 5 vakit okunan bu ezan bizi bu mutluluğa ve huzura çağırmıyormu ?



* Ne mutlu bu kutlu çağrıya kulak verenlere

* Ne mutlu bu kutlu çağrıya icabet edip kurtuluşa koşanlara

Selam ve dua ile kalın

Hikmet Gündüz