19 Ağustos 2009 Çarşamba

Kaybettiğimiz Haslet: Osmanlı Ruhu!


Bu milletin, bu devletin, yine bu milletin imanının dâvâcılarının, insanının dâvâcılarının, tarihinin dâvâcılarının, yani orada veya burada her görüşten hepimizin kaybettiği başlıca haslet, bize sorarsanız “Osmanlı Ruhu”dur. Bu “ruh” yitip gittiği için, bu “ruh”a bürünme gayretlerimiz kifâyetsiz kaldığı için ümmet, devlet, millet ve camia olarak hiçbir işimiz rast gitmiyor dense yeridir. Ne müslümanlar arası ne insanlar arası “ruh ve anlayış” köprüleri kuramayışımızın, ama herkesin ve hepimizin her yerde ve her vesileyle, üstelik maharetle itişip kakışmasının, kakışmamızın altında başka ne yatıyor, doğrusu bilemiyoruz. Bu “ruh” ve bu “kalb genişliği” uçup gittiği için bunca kalb darlığı yaşıyor, ruhsuzluk dört bir yandan tütüyor ve milletçe veya camiaca yaptığımız işlerin pek bir tadı tuzu olmuyor. Eğer bir gün bu topraklarda bir “diriliş”, bir “uyanış”, bir “inkılâb” ve DÜNYA ÇAPINDA bir “inkılâb” olacaksa, işte ancak o “dünyaları içine sığdırabilen” bu Osmanlı “ruh”uyla, bu Osmanlı “kalb genişliği”yle hakikat olacaktır. Eğer bir devlet ve teşkilât modeli aranıyor yahut konuluyorsa, ancak ve ancak bu “ruh”la mücehhezse muvaffak olacak, ruhtan ruha bu “ruh” sirayet edecek ve idealini gerçekleştirecektir. Yoksa, kuyruğu etrafında dönen kedi misâli, içimize ve çevremize ördüğümüz daracık kafeslerde havasızlıktan boğulup gideceğiz. Öyle görünüyor, öyle de oluyor.

Çok kültürlü, çok milletli, çok renkli, çok eyaletli ama tümünü kendi “kalb genişliği” içinde birleştirici ve kenetleyici bir “ruh”tu bu. Bir zamanlar İBDA bağlılarının doya doya zevkini teneffüs ettiği, bu “ruh”la coştuğu ve coşturduğu “cebheleşme” misâli…

Bu “ruh” nasıl bir şey miydi? Şeyh Edebalî’nin, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye vasiyetinden (yüzde yüz anlayamayacağımız, bugüne dek hep tam tersini yaptığımıza istinaden besbelli olduğu için) anlar gibi olmaya çalışalım:

Ey oğul, artık Bey’sin!
Bundan sonra
öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoşgörmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana...

Ey oğul, sabretmesini bil,
vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma;
insanı yaşat ki devlet yaşasın.

Ey oğul, işin ağır,
işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun...
Güçlüsün, kuvvetlisin,
akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede,
nasıl kullanacağını bilmezsen
sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve
iradene sahip olasın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi
değildir. Bütün bilinmeyenler,
feth edilmeyenler,
görünmeyenler, ancak sen faziletli ve
ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.

Ey oğul! Ananı, atanı say!
Bereket büyüklerle beraberdir.
İnancını kaybedersen,
yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma!
Gördüğünü görme! Bildiğini bilme!
Sevildiğin yere sık gidip gelme!

Ey oğul! Üç kişiye acı:
Cahil arasındaki alime,
zenginken fakir düşene, ve
hatırlı iken itibarını kaybedene.

Ey oğul! unutma ki,
yüksekte yer tutanlar,
aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma!..

Ya Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’nin İznik’te kurduğu ilk Osmanlı Medresesi’nin “kurucu” müderrisi ve yüzyıllar sürecek tekke-medrese muvazenesi içinde “Osmanlı Ruhu”nun mimarlarından Davud-u Kayserî kimdir? Muhyiddin-i Arabî mektebinin önde gelen ve eser sahibi büyüklerinden bir “Ekberî” şeyhi! Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin âlemdeki ve âlemlerdeki herkes ve her şeyi O “BİR” olanın isim, sıfat ve fiillerinin tecelligâhı gören “Vahdet” görüşü etrafında “Osmanlı Ruhu”nu teşkilâtlandıran ve medrese ocağı ve köprüsü vasıtasıyla devlete, cemiyete, eyaletlere, zümrelere ve fertlere sirâyetine öncülük eden mânâ kahramanı! “İnsan”ı ezilecek bir böcek değil de, “Allah’ın en kâmil tecelligâhı ve halifesi” gören; kim ve neci olursa olsun, her din ve her renkten insanı “böyle” olsunlar diye kucaklamayı ve değiştirmeyi bilen “Osmanlı Ruhu”nun nakkaşlarından bir İslâm büyüğü!

Bugün Osmanlı’dan bize miras kalansa, maalesef, “Osmanlı Ruhu”ndan ziyade “Osmanlı Tokadı” olarak gözüküyor. Osmanlı’nın o “tokat”tan ibaret olmadığını, o tokadın o “ruh”un sadece yan bir “tanzim âleti” olduğunu hakikaten anlayabildiğimiz gün, millet de, devlet de, ümmet de kurtulmuş olacak. Henüz yeterince anlayamamış ve bünyeleştirememiş olsak da, bu “inanç” ve bu “ümid”le yaşıyor, inşallah bir gün biz de olacak ve olduracağız diyoruz.